En sevdiğim çizgi filmler

Herkese merhaba! “Ayşe, biz senin izlediğin filmleri izlemeyi çok sevdik. Film önerilerine bayıldık, biraz daha istiyoruz” dediniz. Ben de, izlemeyi çok sevdiğim çizgi filmleri sizlerle paylaşmaya karar verdim.

Bilmiyorum siz nasılsınız ama ben sadece çocukluğunda değil, yetişkinliğinde de çizgi filmleri izlemeyi çok seven biriyim. Yapı itibariyle zaten neşeli, coşkulu, pozitif olanı, iyimseri, mutlu mesajlar veren müzikleri, filmleri ve kitapları seviyorum. Çizgi film de bunlardan bir tanesi. Çocukluğum çizgi film izleyerek geçti. Bu sevgim, beni okulda da çizgi film çizerliğine kadar götürdü. Çizgi film, gerçekten de hayatımın her yerinde.

Bu anlamda da, hem böyle sanat özellikleri olan animasyon filmleri hem de sizin de bildiğiniz Hollywood tarzı filmleri izleme imkanım var. Burada, Hollywood’dan hepinizin bildiği beş çizgi filmi, biraz daha masaya yatırarak, biraz daha Ayşe’nin sizler için film okuması gibi yönergeleri ile paylaşacağım. İşte, izlemeyi en çok sevdiğim 5 çizgi film!

The Lion King

Aslan Kral, bir aslan ailesinin hikayesini anlatıyor. Söylenen o ki; dünyada tiyatro oyunları, senaryolar ya da hikayeler, 12 ya da 18 temel hikaye görüntülerinden oluşuyor. Bunları, tarihten günümüze örneklerle verecek olursak; halk hikayelerinde, Pamuk Prenses’te, Uyuyan Güzel’de, pek çok hikayede bulabiliriz. Peki, bunu Aslan Kral’a neden bağladım?

Aslan Kral da, aslında bizim bildiğimiz Shakespeare’nin Hamlet’inden bir adaptasyon. Afrika’daki bir aslan kabilesinde geçiyor. Bir aslan kral var, eşi var, bunların bir oğlu oluyor.

Karamsarlıkla büyümüş genç bir çocuğun büyümesini, reddettiği tüm değerleri, unutmak istediği geçmişini, ne olursa olsun geçmişin onu bulacağını ve yüzleşmenin ya da hesaplaşmanın er ya da geç yapılacağını anlatan bir film bence. Hayatta adalet, erdem, iyi insan ve iyi ahlakla ilgili bir hikaye. Aslan Kral’ın bence en büyük başarısı; müziklerini Disney’le birlikte Elton John’un yapmasıydı.

Elton John, filme gerçekten muhteşem müzikler yaptı. Circle of Life, yani Hayatın Çemberi isimli filmin müziği de çok önemliydi. Çünkü, doğadaki her şeyin birbiri için var olduğunu, hayat çemberi dediğimiz şeyin birbiri için var olduğunu anlatan, güzel mesajları olan, bize Afrika kültürünü de biraz veren, dostluğu anlatan bir film.

Karakterimiz, filmde kendisi gibi sistemden kaçan, asi iki tiple karşılaşıyor. Bunlardan da hayat tecrübeleri ediniyor. Bunlardan en önemlisi; “Hayatta çözümleyemeyeceğin bir şey yoksa, hayatın keyfine var!”. Bir de, “Hiçbir şey için kaygılanmaya değmez” diyor. Böyle pozitif mesajları var. Ancak, kahramanımız bunu çok fazla içselleştirip, bu kez de “Aman, dertsiz başım” gibi tamamen hayatın sorumluluklarından kaçmak olarak algılıyor. İkisinin dengesini de anlatan bir film Aslan Kral. Gerçekten de, gördüğünüz gibi basit bir çocuk filmi sandığınız bir filmde bile nasıl mesajlar var…

Finding Nemo

Yayınlandığı dönemde çok güzel geri dönüşler almıştı, gişe başarıları ve ödüllere doymamıştı. Belki hatırlarsınız; babasına karşı çıkan, özgürlüğünün peşinden giden, kimsenin sözünü dinlemediği için biraz da başına işler açan bir çocuğun öyküsü.

Nemo, filmimizin kahramanı küçük bir balık. Türkçeye Şaklaban Balığı diye çevrilmiş küçük bir balık türü. Gerçekten de zor şartlarda büyüyor. Babası, Nemo’nun üzerine çok düşüyor, aşırı pimpirik davranıyor. Aşırı korumacı bir babası var. Ona, “Asla okyanusa gitme, asla büyük denizi keşfetme” diyor.

Bir şeyi ne kadar yasaklar, ne kadar baskılarsan, sen onu daha çok merak eder hale geliyorsun. Yasakların ve baskının, kişileri baskılamaktan çok kişinin o şeye ilgisinin olduğunu gösteriyor. Nemo da okyanusu merak ediyor. Babası da Nemo’yu bulmak için canını dişine takıyor ve hayatını riske edecek kadar risk alıp oğlunu okyanusta arıyor.

Bir yandan da, Nemo aslında büyüyor. Burada iki paralel hikaye var; babaya deniyor ki; “Sevdiğin şeyi korumak için bu kadar uğraşma, çünkü sevdiklerimiz bizlere ait değil”. Burada, bir Hollywood çizgi filminden Ömer Hayyam’a geleceğiz.

Ömer Hayyam diyor ki; “Çocuklarınız size ait değildir. Onlar, ileriye doğru fırlatılmış oklardır. Siz onlara yaysınızdır”. Dolayısıyla, Nemo’nun babasının da öğrenmesi gereken; Nemo’nun güvenli bir alanın içerisinde ama o dünyayı deneyimleyeceği bir alan yaratmasıydı. O da çok fazla sevgisiyle Nemo’yu boğarak, aslında korku ve kaygıyla, onu korumak adına o küçük dünyasında hapsetmeye çalışıyordu.

Anne ve babalar için de bu hikayeden güzel mesajlar çıkıyor. Deneyim alanında, çocuklarımızı özgür ve serbest bırakmamız gerekiyor. Göz mesafesinde, ulaşabileceğiniz bir mesafede ama kendini özgür sanacağı bir alanda salınmasına izin vermek, bunun dengesini kurmak gerekiyor.

Elbette, günümüz dünyasında, “Aman Ayşe, o kadar da güvenli değil” diyeceksiniz, çok haklısınız. Ancak, özgüvenli çocuklar yetiştirmek için en azından onlara; dünyanın güvenli bir yer olduğunu, kendisinin de hakları olduğunu, güvende olduğunu ve özgür olduğunu hissettirmek gerekiyor.

Nemo da, babasına bu deneyimi kazandırıyor. Filmin sonunda babası da bir şey öğreniyor, Nemo da bir şey öğreniyor. Nemo, babasına cesareti öğretiyor. Bu da gerçekten çok güzel bir mesaj.

Ratatouille

Bahsettiğim ilk iki film, çocukluk dönemiyle ilgili veren mesajlar içeriyordu. Bunun dışında, değişik bir hikayeden daha bahsetmek istiyorum. Bu film de, aslında “Yapamazsın, edemezsin” diyenlere inat ya da var olan sistemde olan normal ya da doğru dediğimiz şeylere inat, bütün ezberleri bozan, çok tatlı bir hikaye.

Tutkularının peşinde giden, yapmayı sevdiği işi bulan, hayallerinin işini bulan ve bir şekilde kaderin cilvesi sonucunda, yaptığı işi arkada yapmaya çalışan bir kahraman. Yemek yapmayı çok seven bir kahraman. Usta bir Fransız şef olan Şef Gusto’nun kitapları ve videoları ile büyüyen, sonra Paris’e yolu düşen ama orada çalışması uygun olmadığı halde Gusto’nun restoranında çalışan biri. Bu bir fare!

Ratatouille, gerçekten çok güzel bir filmdi. Filmde bir fare var. Bu fare, Fransa’nın kasabalarından birinden geliyor ve yolu Paris’e düşüyor. Yemek yapmayı çok seviyor, kendi ailesinden çok farklı. Ailesi çöpleri karıştırıyor, yemek yiyor, onlar için yemek yemek, açlığını gidermek. Ama o çok farklı. Onun için damak tadı önemli, sunum önemli, lezzet önemli. Gusto da ona hep cesaret veriyor ve film gerçekten çok ilginç yerlere gidiyor.

Kalbinden geçen, inandığı şeyi yaparak ne kadar başarılı olabildiğini gösteriyor. Filmin paralelinde de, “Bir fare mutfakta çalışır mı, büyük skandal!” derken, o farenin insanlara öğrettiği şeylerin hikayesi. Ben çok severek defalarca izledim. Mutfağa dair çok şey de öğrendim. Kızım da çok severek izliyor. Müzikleri, Paris ambiyansı, mutfak adabı derken Ratatouille bize çok güzel mesajlar veriyor.

Monsters

Bu filmi o kadar çok izledim, o kadar çok izledim ki, bütün karakterlerin repliklerini ezbere biliyordum. Bunu yaparken de, neredeyse 30 yaşındaydım. Film, çok ilginç bir film. Aslında, dünyanın şuandaki sistemine yakın bir şey anlatıyor ve kafanızı biraz daha farklı çalıştırmanızı sağlayacak bir şekilde anlatıyor.

Film, başka bir dünyada geçiyor. Onların dünyasının en büyük enerji kaynağı, çocuk çığlıkları. Çocuklar korkuyorlar, korktukları zaman bu dünya için enerji kaynağı haline geliyor. Onların elektriği, korkan çocukların çığlıklarından elde ediliyor.

Hollywood sinemasının şu kafasını çok seviyorum; “Bizim dünyada bulunan bütün mitlerimizi, alışkanlıklarımızı, insanlar neleri sever, nelerden nefret eder, nelerden korkar”ı masaya yatırıyorlar ve bunlardan hikayeler çıkartıyorlar.

Hepimizin bildiği bir şey var, bu Türk kültüründe de Asya kültüründe de vardır; “Öcü çıkacak”, “Böö!”, çocuklar hep korkutulur. Çocukların korkutulması, Monsters’ın yaratıcılarına fikir vermiş olmalı ki; gece uyurken gördüğümüz gölgelerden, bir şey sandığımız şeylerden bir hikaye ve dünya yaratıyorlar ve buna da Monsters diyorlar.

Gerçekten çeşit çeşit öcüler var. Bu öcüler, bu hikayede gerçekmiş ve bunlar öcü diyarında yaşıyorlarmış. Hatta, Canavar Şirketi diye bir şirket varmış. Bu şirketin enerji kaynağı, çocukların korku dolu çığlıkları. Bu enerjiyi sağlamak için de şirketin çalışanları var.

Öyle güzel kurgu yapmışlar ki; bu ayın en iyi çalışanı gibi her ay belli raporlar yapılıyor. Böyle animasyonların en sevdiğim özelliklerinden biri; Evet, çok güzel bir hikaye izliyorsunuz ama paralelinde de, o animasyon karakterlerini Hollywood sinemasının en sevilen oyuncuları seslendiriyor. Bu filmde de öyle.

Film, küçük bir kızın tesadüfen bu dünyaya gelmesi ile başlıyor. Kız, canavardan korkmayan bir kız oluyor, canavar kızdan korkuyor. Canavarlara, çocuklardan korkmaları öğretiliyor. Ancak; tam tersi oluyor. Dünyanın en büyük gücünün korku değil sevgi olduğunu anlatıyor. Devamını filmde izleyin, gerçekten gözyaşlarına boğulacaksınız.

Dünya, şuanda da aynı şekilde değil mi? Bizim için bir korku imparatorluğu var. Her şeyi korkarak, günahlarla, ürküterek yaptığımız bir dünya var ve biz çocuklarımızı da biraz böyle büyütüyoruz aslında. Bu film de, bunu anlatıyor. Korkunun değil sevginin, çığlıkların ya da ağlamaların değil kahkahaların dünyadaki en büyük güç olduğunu anlatan muhteşem bir film. İzlemenizi mutlaka öneriyorum. Bu arada, film aynı zamanda gülme garantili.

Shrek

Bu film de yine ezberleri bozdu. Neden ezberleri bozdu, biliyor musunuz? Çünkü bizlere; “Sürekli olarak kurtarılmayı bekleyen prensesler, güzel ama fakir kızlar ve prensler, prensesler ve onları uykularından öperek uyandıran prenslerin olduğu bir dünya yok!” dedi.

Gerçekten, çocuk hikayeleri ve çocuk masalları ile bir hayli dalga geçti. Anti kahraman yarattı. Bizde, ezber bozucu etki yarattı. Bence, iyi ki de yarattı. Neden? Çünkü, halihazırda 9 yaşında bir kızım var ve ben bütün masalların sonlarını kızıma değiştirerek anlattım.

Sistem şöyle; kahramanlar erkek, soylular var ve onlar çok güzel olmak zorunda. “Yeterince iyi, güzel, soylu olmayanlar bu dünyanın içinde var olamıyor” mesajlarını biz çok uzun süre aldık. Ben dahil, siz de dahil.

Erkeğin kadını seçtiğini, güzel olduğu için seçtiğini, bir erkek tarafından kurtarılmanın normal olmadığını kızlarımıza anlatmak zorundayız. Kadın ve erkek eşittir. Bu, feminizm değil eşitliğe inanan bir bakış açısı.

Hiçbir cins, bir başkası tarafından kurtarılmaya mecbur değil. Hayatımızda olmasını istediğimiz şeyler için kendimiz eğitim almalıyız, emek harcamalıyız, kafa patlatmalıyız. Shrek’in mesajları da böyle. Film, anti kahramanlar üzerinden gidiyor. Shrek, ormanda yaşayan bir dev.

Hikayede bir tane küçük bir prens var ve masallardaki prense hiç benzemeyen cüce bir prens. Bu prens çok sinirleniyor ve bu yüzden de bütün masal kahramanlarını kovuyor. Hatta, onları canıyla tehdit ediyor. Pinokyo’yu kovuyor, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i kovuyor. Onlar da ormana sığınıyorlar ve Shrek’ten onları kurtarmasını istiyorlar.

Filmdeki anti kahramanlardan bir tanesi, Eddie Murphy’nin seslendirdiği eşek. Eşek, gerçekten sahtekar bir eşek. Hikaye, kahramanlarımızı prensin şatosuna kadar götürürken, hayatının aşkı diyeceği biriyle tanışıyor. Aslında, o da bir anti kahraman. O anti kahraman dediğimiz prensesin de, bir prens tarafından öpülerek uyandırılma, kurtarılma senaryolarının Shrek tarafından nasıl bozulduğunu, bu hikayede çok keyifli bir şekilde izleyebilirsiniz.

Hem güleceksiniz hem düşüneceksiniz hem çok şey öğreneceksiniz. “Aman Ayşe, biz zaten bunları biliyorduk” diyebilirsiniz. Çok haklısınız ama bir de size verdiğim bu bakış açısıyla izlemenizi öneriyorum. Ben, uzun zamandır Shrek’i ve diğer filmleri de izlememiştim, baya özlediğimi fark ettim. En kısa zamanda izleyeceğim. Konumuzun sonuna geldik. Umarım, filmleri beğendiniz. Önerileriniz varsa, yorumlarınızı bekliyorum. Şimdilik benden bu kadar. Hoşça kalın!

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak.