Aşk gerçekten ölümsüz müdür?
Aşk, bugünün ve her günün konusu… Belki aşk bugün fazlaca ön planda, ama aslında, aşk veya aşık olma arzusu hayatımızın arka planında her zaman… Yanaklarımızın daha kırmızı, güneşin daha parlak, renklerin daha canlı, kokuların daha güzel geldiği, o ilk aşk günleri, anımsayınca bile gülümsetmez mi? Dünya üzerinde her nota, bestelenmiş her şarkı, sizin aşkınız anlatıyormuş gibi gelir, gökyüzünde pembe bulutlar vardır… Onun için herşeyi yapabileceğini düşündüğün, başaramayacağın hiç bir şey yokmuş gibidir. Belki de aşkın bu kadar büyülü gelmesinin sebebi, şiirlere, şarkılara, destanlara, kitaplara konu olmasının nedeni, insana ölümlü olduğunu unutturmasındandır. Aşık olan kişi için, yaşam ve aşık olduğu kişi ile arasındaki bağ o kadar tutkulu ve çarpıcıdır ki, ölümlü olma fikri giderek uzaklaşırken, ölümsüz aşk fikri giderek büyür… Masallar hep öyle bitmez mi? Sonsuza dek mutlu yaşar aşıklar… Peki ya gerçek hayatta? Aşk ölümsüz mü gerçekten?
Aşk nedir?
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre aşk; aşırı sevgi, bağlılık duygusu ve sevi anlamlarına geliyor. Aşırı sevgi ve bağlılık duygusu, sevi, amor diye açıklanmış. Fransızca, amor aşk demekken, morte ölüm demektir. Bu iki kelimenin birbirine bu kadar benzemesi şaşırtıcı mı? Aslında bu iki kelimenin de kökenin latince olup, acı ile bağlantılı olduğunu düşününce çok da öyle değil gibi. En büyük mutluluğu yaşatan aşk, en büyük acıyı da yaşatmaz mı? Bütün kültürlerde, romantik aşk tanımı yapılırken, erkekler ve kadınların aynı duyguları tanımladıkları saptanmıştır. Başlangıçta neşe, mutluluk, cazibe, aşkın bitiş sürecinde ise korku, öfke, nefret, hüzün ve depresyon yaşanmaktadır. Belki de bu yüzden, Eflatun “Aşk” ı, hem bir ilah hem bir “şeytan” ve hem de ruhun bir “ihtirası” olarak görür ve ona yaratıcı bir fonksiyon da yükler. Aşk sözcüğü, tüm dillerde ortak olmak üzere bazı insanların birbirlerini tutkuyla sevmesi anlamına gelir. Ancak, gene başka dillerde olduğu gibi, Türkçede de sevgi sözcüğü bilimi, Tanrı’yı, şiiri vb. tutkuyla sevme manasına da gönderme yapar. Bu bağlamda bilim aşkı, tanrı aşkı, şiir aşkı denebilmektedir. Sözcüğün bu tür kullanımları onun zaman içinde anlam genişlemesine uğramış olduğu konusunda bir belirti olarak değerlendirilebilir.
Mevlana ‘’Aşk’’ı şu sözlerle tanımlamıştır: Birisi „aşıklık nedir?‟ diye sordu. Dedim ki ‘’Benim gibi olursan bilirsin. Aşk sayıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir.’’ Aşkın mantığın dışında kaldığını ne güzel özetlemiş Mevlana. Her saniyesi yavaş çekimde izlenen bir film sanki. Buna bağlı olarak genelde, çiftler aradan yıllar geçmiş olsa bile birbirlerine nasıl aşık olduklarını en küçük ayrıntısına kadar anlatabilirler. Bazen nadir de olsa, ilk görüşte aşık da olunmaktadır. Çoğunlukla aşk bir arkadaşlıktan sonra filizlenir. Romantik çekimi kıvılcımlandıran, kimi zaman sevgilinin dış görünüşü, kimi zamansa mizacı ya da iki kişiyi derinden etkileyen ortak bir deneyim, filizin hızla büyümesini sağlayabilir.
Aşık olunca, beynimizde ve vücudumuzda neler olur?
Aşk yaşandığında beyinde salgılanan bazı maddelerde değişiklik olur. Algılama ve duygu oluşumu ile salgılanmaya başlayan maddelerin etkileri arasında fark vardır.
• Amfetamin etkisi (Büyüleyici aşama): Feniletilamin artar. Feniletilamin (PEA) duygulardan sorumludur. Aşık olma yaşantılarından kalp atışının hızlanması, ellerin titremesi, solunum hızının değişmesi, iştah azalması ve uyku düzensizlikleri PEA maddesi ile ilgilidir. Mutlu olunca salgılanan da aynı maddedir.
• Endorfin aşaması: (Sevgi-bağlılık): Yapılan araştırmalara göre, 6 ay-3 yıl arasında aşkın ikinci aşamasına geçilir. Endorfinler morfine benzer. Güven ve bağlılık duygusunun oluştuğu aşamadır. Aynı zamanda dopamin salgılanır.
• Oksitosin-vasopressin aşaması: Sarılma, kucaklaşma, bağlılık duygularının güçlenmesi ile ilgilidir. Öpüşürken, cinsel ilişkiye duyulan arzu esnasında, orgazma yaklaşırken kanda miktarı artar. Ses, görme, dokunma, koklama kadınlarda oksitosin, erkeklerde vasopressin salınımını tetikler.
Aşk herkes için aynı mıdır?
Birbirinden farklı aşk tanımlarının sebebi aşkın kişide bıraktığı etkilerden, tecrübelerden ve ifade etme biçimlerindeki farklılıktan kaynaklanır. Yaşanılan toplum açısından aşk tanımları ve tecrübeleri, değişebilir. Aşk ile ilgili yapılmış araştırmalarda aşk tutumlarının öğrenme ve tecrübenin sonucu ortaya çıktığını ve içinde bulunulan şartlardan etkilediğini görülür. Psikanalitik bakış açısına göre aşk, anneyle bebek ilişkisinde başlar. Bebek, anneye bağlanır. Annesinin yanında güvende hisseder, anneden ayrı kalınca tepki gösterir. Bebek bu dönemde annesi olmadan ondan ayrı kalmayı, özerkliği öğrenir. Bu deneyimler, yetişkinlikte yaşayacağı aşk ilişkilerini etkiler. Çocuklar, ebeveynlerini model alarak onların görüş ve davranışlarıyla bilgi kazanmış olurlar.
Çocuklukta oluşan bu bilgi edinimi, yetişkinlik döneminde aşk ilişkilerinde ortaya çıkar. Kişilerin bilinçaltında ebeveynlerin ilişkilerine benzer bir ilişki yaşama isteği vardır. Genel olarak ebeveynlere benzer kişilerin partner olarak seçilmesini iki sebebi olduğu düşünülür. İlk sebep; en yakından tanınan ve bilinen örnek çift ebeveynlerin oluşturmasıdır. İkinci sebepse; ebeveynlerde hoşlanılmayan bir takım özelliklerin yarattıkları olumsuz etkiyi çocukluk döneminde değiştiremediklerini, ebeveyne benzer partner tercih edilerek, değiştirebilmeyi amacından meydana gelmektedir. Kısaca, kişi aynı döngüyü tekrarlayarak, döngüyü kırmaya çalışır. Bir başka bakış açısına göre, bebek anneyle bağ kurma gereksinimi duyar. Bebek, annesine duyduğu bu gereksinim karşılanmazsa anneyi reddeden bir nesne olarak görür. Reddedilmenin verdiği üzüntüyle başa çıkabilmek adına bu durumu içselleştirip, ideal anne nesnesinden ayrıştırarak bilinçdışına atar. Bebek, ebeveyninde hoşuna giden bazı özellikleriyle özdeşleşme yoluna gider. Bu ileride yaşayacağı romantik ilişkisindeki kişide olmasını istediği bazı özellikler burada oluşur.
Bebeklik döneminde anne ve babalarından reddeden ve kaçınmacı tutumları tecrübe edenler, erişkinlikte aşk ilişkilerinde kaçınmacı bağlanma tutumu sergilerler. Bu bireyler, romantik ilişki kurmaktan olabildiğince kaçınırlar ve sevgililerine karşı ilgisiz ve mesafeli olurlar. Kaygılı/Kararsız bağlanma stili olan kişiler ise, romantik ilişkilerinde sevgililerini güvenilir biri olarak görmezler ve düş kırıklığına uğramaktan çok korkarlar. Bu kişiler, genellikle sevgililerine yapışan ve kıskanç kimselerdir. Özetle, annemiz ve sonrasında babamız ile olan ilişkimiz, gelecekteki tüm ilişkilerimiz için bir kalıp görevi görür.
Aşk neden acıtır?
Bir erkek ve bir kadın aşktan farklı şeyler bekler. Bir kadın bir erkek tarafından sevilmek ister, erkek ise kadını ister. Kadın daha fazla sevilmek için çaba gösterirken, erkek sevdiği kadını elde etmeye odaklanır. Aslında, iki tarafta farklı ‘’Aşk’’ların peşinden koşar. Sonuç mu? Aslında, çoğu zaman karşımızdaki kişiye değil, aşık olmayı istediğimiz kişiye aşık oluruz. Aşk, beraberinde getirdiği hormonlar, mutluluk ve heyecan ile, gerçeklik çok önemli değil hissi yaratır. Karşımızdaki kişi çoğu zaman, kendimizde eksik olan herşeyi tamamlayan, muhteşem bir varlıktır. İşte eksik olan parça, işte hayatımın anlamı, dünyanın en güzel kokusu, düynanın en güzel sesi, aşık olduğum insan. Zaman geçer, günler, aylar, yıllar, aşk hormonları yavaşça düşmeye başlar.. Sonra ne mi olur? ‘’Sen çok değiştin, eskiden hiç böyle bir insan değildin’’ cümlesi kurulur. Aslında, karşımızdaki değişmemiştir, ama en başında aşık olunan kişi karşımızdaki kişi değildir zaten. Aşk, hayali beraberinde getirir, bu yüzden bu kadar masalsıdır. Pembe bulutlar dağıldığında, gökyüzü sıkıcı gelecek ve gerçeklik acıtacaktır. Önemli olan, aşk azalmaya başladığında, karşımızdaki kişi ile gerçek bir sevgi bağı oluşturabilmek, onu eksikleri ile sevebilmek, kendi yaralarımızı, utanmadan gösterebileceğimiz eşler seçmektir. Aşk, sihirli bir değnek etkisi yaratır, ama geceyarısı bal kabağına dönüşmek istemiyorsak, hayatımıza doğru kişileri almalı, aşk azalsa bile, sevginin gücüne inanmalıyız.
Aşk ve sevgi arasındaki fark nedir?
Fromm’a göre, hem aşk hem de sevgi birer sanat olarak kabul edilir. Sevgi öğrenilebilen bir yaşama sanatı iken aşk, sanatçının sezgisinden olduğu gibi kendisinin de nasıl olduğunu bilmediği, birdenbire ortaya çıkan ve öğrenilemeyen bir sanattır. Sevgi, birdenbire değil, yavaş yavaş öğrenilebilir; oysa aşk nerede ve ne zaman olacağı bilinmeden başlayabilir. Bu bakımdan sevgi kontrol altına alınabilir ama aşkı kontrol altına almak pek mümkün değildir. Sevgi umutlandırır, ıstırap vermez, sevdikçe mutluluk artar, sevginin kendisinden kaynaklanan bir ıstırap söz konusu değildir; fakat sevilen ve sevenler, birbirlerine gelebilecek zarardan dolayı mutlaka üzüntü duyarlar. Sözgelimi anne çocuğu hastalanınca veya anne rahatsızlanınca çocuğu üzülür. Aşktaki durum daha farklıdır. Aşk, hür bir şekilde yaşanırken, bir taraftan da arttıkça, yoğunlaştıkça ıstırabı da artan ve aşıkları kendisine esir eden bir kuşatılmışlıktır; aşktaki ıstırap, aşkın özünde vardır. Aşk, duyguların kısıtlanmaksızın yaşandığı bir hürriyet alanıdır, ama sonunda aşkın esiri de olunabilir. Sevgi, iki tarafı, bir bütünlük içinde tutar.
Kaynaklar
Atak, H., & Taştan, N. (2012). Romantik İlişkiler ve Aşk. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4,520-546.
Madi, B. (2009). Aşk ve Beyin (1. Basım) İstanbul: GOA BasınYayın.
Tufan, A. E., & Yaluğ, İ. (2010). ”Aşk” Fenomeni ve Sevgi İlişkilerinin Nörobiyolojisi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 443-456.