İnsanlar kendini nasıl aldatır?

Bir Ben var, Benden Öte…

Benlik (self) kavramı, William James (1963) ile ortaya çıkmış ve sonraki yüz yıl süresince en çok tartışılan psikoloji kavramlarından biri olmuştur. James benliğin kişinin vücudu, özellikleri, sahip olduğu şeyler, arkadaşları ve ailesi gibi kişinin kendisinin sayabileceği her şeyden oluştuğunu söyler. Benlik en geniş anlamda kişinin kendisinin ne olduğunu söyleyebileceği her şeyin toplamıdır. Wylie (1968), benlik kavramını ikiye ayırmıştır. Bunlar “gerçek benlik” ve “ideal benlik”tir. Bir kimsenin gerçek benlik kavramı ile ideal benlik kavramı arasında farklılık vardır. Dahası gerçek ve ideal ben kavramlarının her ikisi de birer özel ve genel görünüme sahiptir. İdeal benlik kavramının iki alt grubunda bir kişinin ne olmak istediği ve başkalarının o kişinin ne olmasını istedikleri yönündeki düşünceleri bulunmaktadır. Birey, edindiği tüm bu bilgileri bir ‘’benlik’’ algısında birleştirir ve bir ‘’kendilik’’ inşa eder.

Kendini aldatmak…

Birey, bilinçdışı bir eğilimle, kendini mevcut durumundan daha olumlu bir konumda ve gerçekte olduğundan daha fazla yetenek ve beceriye sahip olarak algılayarak, kendini aldatabilir. Kendini aldatma, bireyin benlik imajını korumak için içsel önyargılarını içeren hatalı bir benlik tanımını yansıtmakta ve oldukça pozitif bir öz sunum biçimini ifade etmektedir. En genel anlamda kendini aldatma; bireyin uyumsuz ve kötü yönlerini kendinden gizlemesi olarak ele alınabir. Freud kişinin, aynı zamanda hem aldatan hem aldanan konumunda olabileceğini öne sürmüştür. Dinamik bilinçdışı, bireyin bilinçli olarak ulaşamadığı, kaygıya sebep olan bütün düşünceleri içinde barındırır. Freud’a göre kendini aldatma dinamik bilinçdışının bireyi anksiyete yaşatan olaylardan koruma gayesiyle bilincin gerçeğe ulaşmasını bir şekilde sınırlaması ve anksiyete yaşatan durumu daha az anksiyeteye sebep olacak bir durumla değiştirmesiyle gerçekleşir. İki insanın birbirini aldatmasına benzer şekilde, dinamik bilinçdışı da bilinci aldatır.

Aynı zamanda Freud bastırma kavramında, bireyin kendisine rahatsızlık veren herhangi bir bilgiyi bilinçli farkındalıktan uzaklaştırdığını vurgular. Burada bastırma ile kendini aldatma yapılarının benzerlik gösterdeği vurgulanır. Acı veren anlar veya tehlikeli dürtüler, zihinsel ıstırabın ağırlığını hafifletmek için bastırılırlar. Aslında, bastırma, kişinin savunmasıdır. Savunma; bilincin, bilince ulaşmaya çalışan bir şeyi bilinçaltında tutmayı amaçlayan bir çabasıdır. Savunmada tipik olan insanın kendisinden bir şeyler “saklamasıdır”. Savunma mekanizmaları, sırları kendimizden saklamanın reçetesidir. Bazen bastırmak işe yaramaz, o zaman inkâr ve tersine çevirme daha işlevsel gelebilir. İnkâr, olayları oldukları gibi kabullenmeyi reddetmektir. Olayın tamamı bastırmada olduğu gibi farkındalıktan silinmese de, gerçekler olayın aslını karartmak için değiştirilirler. İnkâr, acı veren kayıplara karşı verilen en yaygın ilk tepkidir; kendilerine birkaç gün ya da hafta ömrü kaldığı söylenen hastalar, genellikle bu gerçeği inkâr ederler. Olayları tersine çevirme, inkârı bir adım ileriye götürmektir. Gerçek inkâr edilir ve sonra da tam tersine dönüştürülür.

Duyguları uzaklaştırmanın başka bir yolu, onlar kendimize ait değillermiş gibi davranmaktır. Duyguları başka birine atfetmek için, önce kaygı uyandıran fikir, duygu ya da uyaranı inkâr eder ve farkındalık alanından uzaklaştırmaya çalışılır. Sonra da bu duygular başka birinin üzerine yerleştirilir. Tersine çevirme gibi yansıtma da, inkâr edilen ve bilinçaltına itilen verileri başka biçimlere dönüştürür. En yaygın stratejilerden biri olan akılcılaştırma (mantıksallaştırma), negatif uyaranların üzerini daha kabul edilebilir olan bir perde ile örterek, gerçeğin inkar edilmesine olanak verir. Sonuçlar aynen kalır; fakat bunun gerisindeki gerçek nedenler, yerine sahtesinin koyulması kanalıyla çarpıtılırlar. Seçici dikkatsizlik, günlük mücadelelere karşı verilen tamamen belli amaçlı tepkidir. Bu mini inkar yoluyla, bir kimse yaşantısının fazla veya az anlamlı ayrıntılarının sonsuz sayılarının farkında varmaz. Yukarıda örneklendirilen savunma mekanizmalarımızdan sadece bir kaçıdır. Kişi, kendinden, kaygıdan, korkularından kaçmak için, sınırsız seçenek üretebilir.

Denilebilir ki, genel anlamda kendini aldatma; bireyin uyumsuz ve hoşa gitmeyen yönlerini kendinden gizlemesidir. Bir grup araştırmacı, kendini aldatmanın bireyin benliğinin, bir bölümü aldatan bir bölümü aldanan olmak üzere, ikiye bölünmesiyle gerçekleştiğini savunurken; diğer bazı araştırmacılar kendini aldatmanın gerçekleşebilmesi için böyle bir bölünmeyi şart koşmamışlardır. Kendini aldatmanın bilinçli bir süreç mi yoksa bilinçsizce ortaya çıkan bir süreç mi olduğu da tartışmanın başlıklarından biridir. Bazı araştırmacılar kendini aldatmanın amaçlı ve kasıtlı olduğunu ileri sürerken, bazıları bilinç dışı bir süreçle gerçekleştiğini iddia etmiştir.

Camus’a göre bireyler, yaşamlarını anlamlı ve tutarlı bir hale sokmaya çalışırlar ve olayları yorumlamada kendileri için bir anlam ifade eden açıklamaları kabul etme eğilimindedirler. Birey kendisi için en anlamlı ve uygun olan açıklamayı seçip kabul ederek diğer alternatifler üzerinde düşünmekten sakınır. Böyle bir durumda, bireyin seçiminin bilinçli ve yaptığı açıklamanın olaya yönelik en uygun açıklama olup olmaması onun için önem taşımaz. Yaptığı açıklama bireye doğru gibi görünür çünkü bu açıklama bireyin iki önemli bilinçdışı ihtiyacına karşılık vermektedir: Öz-saygıyı korumak ve geçmiş yaşantılarıyla tutarlı olmak.

Kirby, kendini aldatma (self deception) üzerine bir yazısında, kendini kandırma ilgili filozof Jean Paul Sartre’nin söylemlerine yer verir. Sartre, Fransızca “mauvaise foi” olan “bad faith” kavramı üzerinde durmaktadır. Mauvaise foi deyimindeki bakış açısı, bilgi ve bilgisizlikten çok, bir kötü niyet algısını yansıtır. Sartre’ın ele aldığı vakalar, kendini aldatma vakaları olarak tanımlanabilir.

Dolayısıyla Sartre’ın “mauvaise foi’’ kavramı dilimize “kendini aldatma” olarak uyarlanabilir. Sartre kendini aldatmada, asıl sorunun seçim, irade, amaç ile ilgili olduğunu vurgular. Üstelik kendini aldatmayı varoluşsal ve ahlaki bağlam içinde ele alır.

Sartre’a göre kendini aldatma, çelişkili kavramlar oluşturma sanatıdır. Bireyin, seçme özgürlüğünün farkında olarak seçim yapması ve bunun sorumluluğunu alması, anksiyete ve kedere neden olur. Kendini aldatmanın başlıca işlevi, bilincin bu kaygı ve keder durumundan kurtulmanın bir yolu olarak, sahip olunan özgürlük ve sorumluluğun inkârıdır. Bu inkarın, bilinçli ve farkında olarak yapıldığı düşünülürse, kendini aldatma kavramının paradoksal bir yapı olduğu açıktır. Bu paradoks, Sartre tarafından şöyle formüle edilmiştir: Yalan söylenen ve yalan söyleyen kişi aynıdır, bu durum kendimi yalan söyleme yeteneğine hem de kendimden gizlediğim aldanma kapasitesine sahip olarak kabul etmem gerektiğini göstermektedir. Gerçeği kendimden daha dikkatli biçimde gizleyebilmem için aynı zamanda gerçeği çok iyi bilmem gerekmektedir. Ayrıca bu farklı zamanlarda değil, bir anda gerçekleşmelidir. Sartre ve Freud’un söylemlerinin benzerliği, ve birbirini tamamlayış biçimi, kendini aldatmanın insanın bir parçası olduğunu vurgular. Sartre, insanın kendini uykuya bıraktığı gibi, ‘kendini aldatma’ya bıraktığını söyler. Bu durum, varlığımızın kendiliğinden belirlenimidir. Çünkü uykuya dalarken bir ölçüye kadar gerçekten bir şey yaparız, ama yaptığımız şey üzerinde düşünmeyiz; çünkü insanın uykuyu beklediği olgusu üzerine düşünmesi, uykunun gelmesini engeller. İnsan, uykuya dalarken amaçlı olarak hareket eder, ancak amacı üzerine düşünmez. Ayrıca hem kendini aldatmada, hem de uykuya dalmada birey, normal olarak kaygıya neden olan etmenlerden amaçlı bir şekilde uzaklaşmaktadır.

Maskeli Balo

Goffman’a göre, kişi (person) sözcüğünün ilk anlamının ‘’maske’’ olması büyük olasılıkla basit bir tarihsel raslantı değildir. Daha ziyade herkesin her zaman ve her yerde, az çok farkında olarak belli bir rolü oynadığı gerçeğinin kabulüdür bu. Kişinin dış dünyaya karşı var olan kendini sansürleme ve onay arama davranışları, ‘’benlik’’ ve ‘’kendilik’’ algısında değişikliklere yol açabilmektedir. Çocukluğunu, uslu kız çocuğu maskesi takmak zorunda olarak geçirmiş bir kadının yetişkin hayatta nasıl bir davranış sergilemesi beklenir? Kendisi olarak değil, diğerlerinin beklentilerini karşılayarak onay almaya alışmış bir insan, maskesiz yaşabilir mi? Hayat, bir maskeli balodur sanki, kişi önce bir maske seçer, o maskeye uygun olduğuna kendini ikna eder, kendini aldatır, sonra da baloda bulunan diğer kişileri aldatmaya çalışır. Aldatılmaktan ve aldatmaktan vazgeçmek, bireyin gerçekte kim olduğu, hangi yetenek ve becerilere sahip olduğu ve çevresinde neler olup bittiğine ilişkin farkındalık kazanması demek. Birey kendisini gerçekçi bir şekilde algıladıkça, içinde bulunduğu durumun gerekliliklerine ilişkin daha fazla sorumluluk alacak, eylem ve tepkilerini daha doğru biçimde değerlendirebilecektir. Kierkegaard’a göre, insan doğası benliği değil, ben olma eğilimini ve gerekli donanımı içerir. Bunlar sonlu ve sonsuz, ruh ve beden, özgürlük ve zorunluluk gibi benliği oluşturan öğelerdir.

Bunlar insanın doğasında mevcut olarak bulunurlar, insan benliği bu gizli güçlerini, öğelerini içinde taşır, ona düşen bunları etkin hale getirmektir. Birey bunları kendi çabasıyla harekete geçirir, etkin hale getirir ve böylece kendi benliğini oluşturur. Bu anlamda benliğe kavuşma olunan ve kazanılan bir şeydir. Kendini aldatmaktan vazgeçmek, aynanın karşısında maskesiz durmak demektir.

Bunun gerçekleşebilmesi için, kişinin süreci diğerlerinden değil kendinden başlatabilmesi gerekmektedir. Bu sürecin başlaması içinde, kişinin kendi gerçekleriyle yüzleşmesi şarttır.

Kaynaklar

Erez, A., Johnson, D. E., and Judge, T. H. (1995) Self – Deception as a Mediator of the Relationship between Dispositions and Subjective Well – Being, Person İndividual Difference, 19 (5), 597 – 612.
JaNon, S. and Barone, D. F. (2010) Self-Deception, Self-Esteem and Control Over Drinking At Different Stages Of Alcohol Involvement, Journal Of Drug Issues, 23-4, 705-714.
Kirby, S. (2003) Telling Lies? An Exploration of Self-Deception and Bad Faith. The European Journal of Psychotherapy, Counseling and Health, 6 (2), 99-110.

Bir yorum ekleyin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak.