2019 yılında en iyi performanslarını sergileyen oyuncular
2019 yılı, oyuncuların en iyi performanslarını sergiledikleri ve örnek işler yaptıkları bir yıl oldu. Bir oyuncu için önceki performanslarıyla kıyaslandıklarından yeni rollerde beklentileri karşılamaları zor olabiliyor. Bu nedenle de önceki iyi performanslarının üstüne çıkabilen bir oyuncu ile karşılaşmak heyecan verici oluyor.
Oyuncuların filmlerde gösterdikleri performansların en iyisi olup olmadığı her zaman kolay bir şekilde belirlenememektedir. Ancak bu yazımızda yer alan oyuncular ve performansları, bu efsanevi oyuncuların yeni yönlerini ortaya koymayı başardıkları karakterler olarak karşımıza çıkıyor. Listede yer alan on karakter, oyuncuların kendilerine hala bir şeyler eklediklerini ortaya koyuyor. İşte karşınızda 2019 yılında en iyi performanslarını göstermiş on oyuncu.
- Alfre Woodard, Clemency
Tiyatro sahnesi, televizyon ve sinema oyunculuğu gibi farklı alanlarda kariyer yapmış olan Alfre Woodard şimdiye kadar unutulmayacak performanslar sergilemiş olsa da Clemency filminde yer alan Bernadine Williams karakterini oynamak Woodard için bir ilk oldu. Filmde ölüm hücrelerinin gardiyanlığını yapan Woodard, infazı gerçekleştirilecek olan tutuklulardan birinin mahkeme sürecini ve bu süreçteki detaylı incelemeler ile ahlaki kararları ele alıyor. Bütün bu yasal süreci karakterin gözünden izliyoruz. Woodard sergilediği performansta ortaya muhteşem bir iş çıkararak geçmiş tecrübelerinin kararlarını ve bakış açısını nasıl değiştirdiğini gösteriyor.
Filmin büyük bir kısmı Woodard’ın canlandırdığı karakterin normal hayata uyum sağlayamamasını konu alıyor. Filmdeki güçlü sahneler ise genelde Woodart’ın kocası ile yeniden bağlanmasında zorluk yaşaması etrafında şekilleniyor. Kocası ona yardım etmeye çalışsa bile yaşadıklarının nasıl olabileceğini bilmediği için başarısız oluyor. Hapishane gardiyanı olarak Woodard, kendi karakterinde meydana gelen çatlakları da keşfediyor ve kendini hassas hale getiren yönlerini bulduğunda filmi de bir üst seviyeye taşıyor.
- Andrew Garfield, Under the Silver Lake
The Social Network, 99 Homes, Silence, Hacksaw Ridge ve The Amazing Spider-Man gibi filmler arasında Andrew Garfield genç bir oyuncu olarak sevildiğini kanıtlamıştı. Under the Silver Lake ile Garfield, iyi çocuk kalıbının dışına çıkarak takıntılı, ürpertici ve bazı noktalarda hayal dünyasında yaşayan bir karakteri canlandırdı. Garfield’ın dizideki karakteri Sam, popüler kültür ile sağlıksız bir ilişkisi olan ve hayatta aşık olacağı kızı bulmaktan başka bir amacı olmayan bir karakteri oynamaktadır. Garfield, kendine has davranışları ve değişik zevkleri olan bu karaktere hayat verirken ortaya oldukça ilginç bir performans çıkarmış.
Under the Silver Lake, çok katmanlı ve kompleks bir film olmasına rağmen Garfield iyi bir performans sergileyerek seyirciyi bu çılgın dünyaya çekmesini biliyor. Oyunculuk hayatına sempatik karakterlerle başlamış olmasına rağmen Garfield bu film ile değişik bir karakterin üstesinden başarıyla geliyor.
- Jonathan Pryce, The Two Popes
Terry Gilliam’ın Brazil filminde göstermiş olduğu muhteşem performans ile farklı tipte karakterleri canlandırabileceğini göstermiş olan Jonathan Pryce; Glengarry Glen Ross, The Wife, The Age of Innocence ve Tomorrow Never Dies filmlerinde de yer alan bir oyuncu. Pryce, otorite ve deneyim sahibi karakterleri canlandırma konusunda başarılı bir isim ve The Two Popes filminde Papa Francis’i canlandırıyor. Normalde tarihsel karakterleri yansıtmak zor bir iş olsa da Pryce, kilise işlerine ilgisi olmayan bir Papa’yı olabilecek en iyi şekilde canlandırıyor.
Papa Francis’in hayatında geçmiş gidilen zamanlarda Jorge Mario Bergoglio da karakterin pişmanlıklarını ve düşüncelerini en iyi şekilde yansıtmayı başarmış. Pryce ise Francis’in beklenmedik bir şekilde tarihin en etkileyici karakterlerinden birini ortaya çıkarmış. Pryce pek çok filmde kötü adam karakterini oynasa da diğer insanları önemseyen ve kiliseyi modernize etmeyi amaçlayan bir karakteri çok güzel bir şekilde canlandırmış. Filmde Pryce’a bir diğer ünlü oyuncu Anthony Hopkins eşlik ederken Hopkins 16. Papa Benedict olarak filme eğlence katıyor.
- Lupita Nyong’o, Us
12 Years a Slave filminde Oscar kazanan ve muhteşem bir çıkış yakalayan Lupita Nyong’o şimdiye kadar Black Panther, The Jungle Book ve yeni Star Wars üçlemesi gibi gişe filmlerinde yer aldı. Ancak Nyong’o, Us filminde geçmiş performanslarının yanına bambaşka bir iş eklemiş oldu. Tipik bir korku filminden öte olan Us’ta Nyong’o, çocuklarını onların kötü ikizlerinden korumaya çalışan bir anneyi canlandırıyor. Filmde oynadığı iki karakter ile Nyong’o, zıtlıkları başarılı bir şekilde vermeyi başarmış.
Nyong’o, filmde kötü ikizini canlandırırken sesini de değiştiriyor ve ortaya seyirciyi oldukça ikna eden bir karakter çıkarıyor. Nyong’o, Adelaide rolünde iken çocukluğunda yaşadığı travmatik bir olay nedeniyle endişeleri olan ve bu nedenle çocuklarını korumak isteyen ve kendisinde travmaya neden olan Santa Cruz sahilinden kaçınan bir anneyi canlandırıyor. Ters köşelerle dolu olan filmde hiçbir olay Nyong’o’nun performasını gölgede bırakamıyor.
- Willem Dafoe, The Lighthouse
Ekranın efsanevi yüzlerinden biri olan Willem Dafoe, şimdiye kadar 30 yıllık kariyerinde pek çok unutulmayacak performansa imza attı. Oynadığı filmler arasında Platoon, The Florida Project, Spider-Man, Wild at Heart, At Eternity’s Gate ve çok sayıda Wes Anderson filmi bulunan Dafoe, zamanının en ikonik oyuncularından bir tanesi. Bu nedenle de The Lighthouse filminde aksi bir deniz feneri bekçisini canlandırması ve yaşadıkları ile deliliğe yelken açan bir karakterin onun tarafından canlandırması kaçınılmazdı.
Dafoe yaşlı bir deniz feneri bekçisinin temsil ettiği bütün tipik özellikleri bir kenara bırakarak izlenmesi ilginç olan bir karakter yaratıyor. Dafoe filmde rol arkadaşı Robert Pattinson’u bir baltayla kovalamak, denizci şarkıları söylemek gibi absürd eylemler gerçekleştiriyor. Motherless Brookyln filminde de eşsiz bir performans sergileyen Defoe, şimdiye kadar canlandırdığı en iyi karakteri deniz feneri bekçisi rolü ile ortaya koyuyor.
- Antonio Banderas, Pain and Glory
Antonio Banderas ve Pedro Almodovar’ın birlikte çalıştığı sekizinci film olan Pain and Glory’de Banderas, Salvador Mallo isimli efsanevi film yapımcısının kariyerini ve çocukluğunu ekranlara taşıyor. Otobiyografik bir masal olarak nitelenebilecek olan film, Mallo’nun geçmiş filmlerine de göndermelerde bulunuyor.
Banderas, Mallo’yu canlandırırken onun filmlerine karşı olan sahiplenici tavrını eğlenceli bir şekilde yansıtabiliyor. Ölümcül bir hastalıkla cebelleşir ve emekliliği düşünürken Mallo, film yapmanın bir terapi aracı olduğunu görüyor ve bazı cevaplar için çocukluğunun derinliklerine iniyor. Mallo’nun hayatının anlatıldığı film, Almodovor ve Banderas’ın kariyerleri için kuşkusuz ki harika bir deneyim oldu.
- Shia Labeouf, Honey Boy
Shia Labeouf zaman zaman Transformers filmlerinde canlandırdığı karakterler ve davranışları nedeniyle dalga geçilen bir oyuncu olsa da aslında oldukça başarılı bir oyuncu ve bu yönünü özellikle American Honey, The Peanut Butter Falcon ve The Company You Keep filmleri ile kanıtlıyor. Labeouf, American Honey ile oldukça zorlu bir iş başarmış ve terapiden geçen bir çocuk aktörün otobiyografik hikayesinin yani kendi hayatının senaryosunu yazarak ortaya farklı bir iş çıkarmış. Filmde ayrıca kendi babasının kurgu versiyonunu oynayan Labeouf, bu karakter ile kendisinin hiçbir zaman ulaşamadığı Hollywood rüyası için çocuğunu kullanan bir babayı canlandırıyor.
Labeouf, canlandırdığı karakteri oldukça detaylı bir şekilde yansıtıyor ve babasının kendisini çocukluğunda manipüle etmesini ve ihmal etmesini anlatıyor. Ancak bunu yaparken babasını tamamen bir canavar olarak göstermekten de kaçınıyor.
Baba karakterini bu kadar sorumsuz yapan ise çocuğuna arkadaşı olarak yaklaşması ancak çocuğu olarak davranmaması oluyor. Honey Boy’da Labeouf, şimdiye kadar görülmüş en gerçekçi karakterlerden birini ekrana taşıyor.
- Scarlett Johansson, Marriage Story
Black Widow filmi ile son zamanlada çıkış yakalayan Scarlett Johansson; Match Point, Lost in Translation, The Prestige ve Ghost World gibi filmlerde çarpıcı karakterler canlandırmıştı. Johansson’ı son zamanlarda bir süper kahraman olarak izlemek eğlenceli olsa da Marriage Story’deki duygusal rolüyle de görmek güzel oldu. Adam Driver ile başrolü paylaştığı filmde Johansson, kariyerini kaybettiğini düşünen ve bundan eşi Charlie’yi sorumlu tutan bir oyuncuyu canlandırıyor. Nicole karakteri feda ettiği şeylerden bahsettikçe kendiyle yüzleşmeye başlıyor.
Filmi çarpıcı kılan nokta ise çiftin birbirlerini seviyor olmaları ve boşama gibi yasal bir süreçte birbirlerine olan hislerini sorgulamaları oluyor. Nicole, tuttuğu avukat ile çocuğunun vesayeti için çekişmeli bir yarışa giriyor. Ancak yine de pek çok boşanma konulu film gibi kavgalar ve düşmanlık içermeyen filmde Johansson, Nicole karakteri ile yürekleri burkan bir hikayeyi en iyi şekilde yansıtıyor.
- Joe Pesci, The Irishman
class=”p1″>Joe Pesci’nin Martin Scorsese ile çalıştığı çok sayıda film bulunuyor. The Irisham ile yine bir araya gelen ikili, yine ortaya oldukça iyi bir iş çıkarıyor. Pesci, Russel Bufalino karakteriyle daha önce gösterdiği performanslardan daha farklı bir oyunculuk ortaya koyuyor.
Bufalino, Robert De Niro tarafından canlandırılan Frank Sheeran ile olan ilişkisinde ile zor kararlar vermek zorunda kalıyor. Filmde yer alan diğer pek çok karakter gibi Bufolino’nun da hayatı Frank’in kızlarının Al Pacino tarafından canlandırılan Jimmy Hoffa’yı çok sevdikleri hatta belki de baba yerine koydukları için zorlaşıyor. Pesci’nin oyunculuk anlamında emekliliği bırakarak bu role hayat vermesi sayesinde duygusal olarak oldukça güçlü ve ustaca sergilenmiş bir performansa şahit oluyoruz.
- Brad Pitt, Once Upon a Time in Hollywood
Brad Pitt, en ünlü sinema oyuncularından biri olarak bilinmesine ve pek çok muhteşem filmde oynamasına karşın Quentin Tarantino’nun Once Upon a Time in Hollywood filmi, Pitt’in kariyerini bir üst noktaya taşıdı. Bu filmde Pitt, Leonardo DiCaprio tarafından canlandırılan ve oyuncu Rick Dalton karakterinin ömrünün sonuna kadar yanında olan sadık arkadaşını canlandırıyor.
Filmde Brad Pitt tarafından canlandırılan Booth ile Dalton’un ilişkisinde ikisinin de düşüşe geçen kariyerlerini izliyoruz. Booth, arkadaşına hayrandır ancak içinde bir kıskançlık duygusu yoktur. Pitt bu filmde yeteneğini komedi unsurlarıyla yansıtırken bir yandan da Manson Ailesi ile olan heyecanlı karşılaşmasında Pitt’in karizmasından ödün vermeden komik olabildiğini ve şimdiye kadar sergilediği en iyi oyunculuk performansını gösteriyor.